Chocolate Wrapper / Çikolata Kağıdı
Bir filmin müziğinin Gezi Parkı bunalımından doğuşunun öyküsü
Bir filmin müziğinin Gezi Parkı bunalımından doğuşunun öyküsü
18/06/2013, İstanbul
Son birkaç gündür başım dönmeye başladı. Bir umutsuzluk,
çaresizlik duygusu içimde. Her gece kabus benzeri rüyalar görür oldum. Dün gece
de duvarımın bir oyuğuna saklanmış kara bir örümcek gördüm. Ben düşlerimde
çiçek tarlaları, dağlar tepeler üzerinde uçardım soluk soluğa.
Bir haftadır hepimiz yazıyoruz, çiziyoruz olaylara karşı
doğru bir tavır alalım diye.
Hemen her gün çıktım sokaklara. Ben sokağa çıkmasam,
yürümesem ölürüm. Bu olayların yalnızca Gezi Parkı’nda yaşandığını sananlar
yanılıyorlar. Bu olaylar, sokaklarımızda, evlerimizde, yüreklerimizde, her
yerde yaşanıyor. Sağolsun gençlerimiz, olayların içinden gülünecek çok şey
çıkardılar. Dün gece komik sloganları okurken, vidyoları izlerken katıla katıla
güldüm. Ama bugün başım dönüyor.
Dün gece “her şeyi karartmalı” diye bir düşünce geçti
aklımdan. Bir karanlığa ve sessizliğe gömülme ihtiyacına kapıldım. Baş dönmem
geçsin diye uzanmıştım sedire. Telefonun sesine uyandım. İngiltere’den,
üzerinde çalışmam gereken kısa filmin yönetmeni-Murat Kebir arıyor. Ertesi gün stüdyoya
gidip kayıt yapacağım, telefondaki sesi duyunca, o an geliyor aklıma. Her şeyi planlamıştım oysaki bu olaylar
patlak vermeden ama akıl mı kaldı, unutmuşum. İlk günden itibaren kendimi Gezi
Parkı olaylarını bütün dünya TV kanallarından izleyip, bizimkiler ne zaman
yayın yapmaya başlayacaklar diye umutla bekleyip kendim başlamıştım yayın
yapmaya. Öyle bir dalmışım ki, işle ilgili çok kritik bir iletiyi örneğin,
dalgınlıkla hiç gönderilmemesi gereken bir kişiye bile göndermişim. Durumu farkeden merkez ofis
uyarınca farkettim. İşte bu hal ile, kayıt için stüdyoya gideceğimi de unuttum.
Yönetmenle konuşmak biraz ayılttı beni. Kalktım. Ölüm ve ağıtlarla ilgili bir
şeyler araştırmaya başladım. Şiirler, yazılar vs. Normal olmayan bir ölüm, bir
delikanlının haksızca öldürülmesi ile ilgili bir ölüm teması işleyecektim.
İsyankar bir ölüm teması. Gecenin ilerleyen saatlerinde oturdum stüdyoda
kaydetmek üzere bir şiir yazdım.
Bu sabah, kalktım, giyindim, hazırlandım stüdyoya gitmek
üzere. Sonra vapurla Üsküdar’a.
Her vapura binişimde aynı düşünceye kapılıyorum. Her vapura
binişimde hayatı kaçırdığımı düşünüyorum. Bir tatlı rüzgar, bir deniz
ışıltısı...İçim açılıyor. Bunu daha sık yaşamalıyım diye düşünüyorum. Yağmurla
ağaçtan denize düşmüş ve kendini ıslak bir güneşe bırakmış yaprak gibi
hissediyorum. Sonra stüdyo, müzik muhabbeti. Ve kayıt. Önce Henry Purcel’den
“Dido’s Lament” daha önce hiç yapılmamış bir yorumla akapella kaydediyoruz Cenk
Erdoğan ile. Yalnızca farklı tonlarda, renklerde çıkardığım kendi seslerim ve
bir de Cenk’in çaldığı klavye ile. Ve sonra, sözlerini geceden yazdığım ağıdı
kaydediyoruz. Cenk perdesiz gitarla eşlik ediyor. “Oh my brother your life was
short / Ah kardeşim ömrün kısaymış” diye başlayan ve devam eden bir ağıt. Bu iki özel parçanın, Sala albümünün ölüm temasını işleyen parçalarıyla birlikte filmin müziğini tamamlayacağını düşünerek içim rahat dönüyorum eve.
Son günlerde yaşadıklarımızla bu iki ağıt duygusal açıdan
çok iyi örtüşüyor diye düşünüyorum. Dido’s Lament şöyle bitiyor. Remember me -
Hatırla beni / But don’t forget my faith/ fate - Ama kaderimi unutma / Remember
me- Hatırla beni/ Remember me / Hatırla beni...
Ve ben stüdyoda geçirdiğim bu müzikli saatlerin sonunda sırtını denize, yüzünü güneşe dönmüş ancak ağır bir yaprak gibi dönüyorum eve.
Ve ben stüdyoda geçirdiğim bu müzikli saatlerin sonunda sırtını denize, yüzünü güneşe dönmüş ancak ağır bir yaprak gibi dönüyorum eve.
Yarın sabah erkenden İtalya’ya doğru yola çıkıyorum. İş-güç
nedeniyle. Dilerim dönüşümde her yer güllük gülistanlık olur.
Sevgiyle ve umutla...
Mircan Kaya
18 Haziran 2013, İstanbul
18 Haziran 2013, İstanbul