Sayfama hoşgeldiniz / Welcome to my blog

Her şey müzikle başladı / All started with music

www.mircan.net


12 Ocak 2013 Cumartesi

Çocuk Tacizi & Yağmur


Yazmaya değer şeyler bulmak ne kadar zor. Söylemeye değecek şarkı bulmak kadar zor bir iş. İş olsun diye yazılır mı? Ortada olup biten ne çok şey var ama içlerinden, bahsetmeye, söz sarfetmeye değecek bir şeyler çıkarmak kolay değil. Daha doğrusu anlamlı bir şeyler bulmak. Şikayet edecek çok şey var ama bu da işin en kestirme yolu. Veya her gün nerede ne yemişiz, içmişiz, hangi restoranın nesi güzelmiş gibi suya sabuna dokunmayan şeylerden de söz edilebilir. Zaten iç karartıcı pek çok şeyin olup bittiği dünyada belki bu da hiç fena fikir değil ama ben eskiden beri bu tür şeyleri paylaşmayı, insanları imrendirmeyi de sevmiyorum.  


Peki şimdi niye yazıyorum? Neyi yazmaya değer buldum? İki şey asabımı bozdu da ondan yazıyorum.( İnsan belki de kötü hissetiğinde yazmak istiyor. Dikkat ettim de işler tıkırında iken ve mutlu anlarımdan sonra günlüğüme yazmıyorum da hep can sıkıcı olaylar olduğunda yazıyorum. Bu da bir tür nankörlük hayata karşı)  Asap bozucu olaylara gelince, bunlardan ilki, BBC WORLD NEWS kanalından izlediğim bir “show man” in bütün hayatı boyunca İngiltere’de yürütmüş olduğu kapsamlı cinsel taciz eylemlerinin bu vakte kadar görmezlikten gelinmiş olması ve şimdi açık edilmesi. Diğeri ise yağmur. İstanbul’da yağmur. Şehirle arama giren yağmur. Sürekli dolu olan beynime tek iyi gelen açık hava ve yürüyüş eylemimi bir işkenceye dönüştüren bu yağmur değil, şehrin yağmuru taşıyamayan berbat alt yapısı. Bunları yazmak istedim. Birincisinden başlıyorum:


Çocuk Tacizi


Pedofiliye hayır diyorum, ya sen?
Şu İngiliz adamın suratından, her halinden ve tavrından akıyor gizli-karanlık-kirli kişiliği. Çocukları, genç kızları, kimbilir ne vaatlerle, onların hangi saf-naif amaçlarını kendisine malzeme yaparak (hedeflerine ulaşmaya yardım edecek bir anahtar rolü ile) taciz etmiş olabileceği suratından, beden dilinden akıyor. Bu adam, hayatım boyunca karşılaştığım kendisi benzeri başka adamları hatırlattı bana. Bunlardan biri orta okuldaki Türkçe öğretmenimizdi. Eli ayağı düzgün, boylu poslu, 30-40 yaş arası bir adamdı. Sınıfımızdaki adını zikretmeyeceğim kız arkadaşlarımızdan birini her dersin sonlarına doğru dışarı çağırıyordu. Biz de sessice sınıfta bekliyorduk. Sanki hepimiz dışarıda, okulun kuytu bir köşesinde arkadaşımız ve Türkçe öğretmenimiz arasında neler geçtiğini seziyor, ama sessizce ve gergin, yalnızca dersin bitişi için geri dönmelerini bekliyorduk. Neden? Korktuğumuz için olabilir mi? Gözümün önünde, kafası kara tahtaya çarptırılarak dayak yine erkek sınıf arkadaşlarım geliyor şimdi (Orta okulda karma bir okuldaydım). Bir türlü fen bilgisi dersi problemlerini hocanın istediği gibi çözemeyen bir arkadaşım sürekli dayak yerdi. Göbekli bir öğretmenimiz vardı ve neden bu çocuğun bu problemleri çözemediği hakkında hiç kafa yormazdı. Örneğin, kapasitesi yeterli değil her halde, gibi bir düşünce hiç aklından geçmiyor gibiydi. Aynı öğretmen, ders sonlarında bana şarkı söyletir, “senin gibi bir kızım olsa her gece şarkı söyletir rakı içerdim” derdi. Sevmezdim bu hocayı. Problem çözmek konusunda hiç sorunum olmadığı için hiç itilip kakılmazdım. Üstüne üstlük, bir de böyle güzel şarkı söylemek gibi bir ayrıcalığım vardı ve bu özelliklerimle dokunulmazdım. Ama yetişkin olmamama rağmen şu “kızına şarkı söyletip karşısında rakı içme” hayali olan baba modeli olarak benim için Fen Bilgisi hocam hastlalıklı-patetik bir tipti. Demem şu ki, Türkçe öğretmeni için ihtiyaç giderme aracı olarak seçilen arkadaşımızın ve bizlerin sesimizin çıkmayışının nedeni bu korku olmalıydı. Bir süre sonra, arkadaşımız dayanamayıp Türkçe hocasını ailesi vasıtasıyla şikayet etti ve biz de tacizci hocadan kutulmuş olduk. Hepimiz sınıf arkadaşımız adına sessizce sevindik. Tuhaf bir olgunluğumuz vardı. Hiç birimiz sözünü etmedik bu olayın. Hiç olmamış gibi davrandık. Onu utandırmadık. Ama ben hiç unutmadım. Eminim o da hiç unutmamıştır. Peki ya ceza? Şu İngiliz şovcu elinde purosu pis pis sırıtırken poz vermiş kameralara, kendisi ile ilgili bir belgeselde. Hayatta değil şimdi. Yüzlerce çocuğa, onların ebeveynlerine, topluma, herkese hareket çekip göçüp gitmiş bu dünyadan. Ruhu da pis pis sırıtıyordur bizlere bakıp . Peki ya Türkçe öğretmenimiz? Eminim tayin edildiği diğer okullarda yine kuytu köşeler ve bu kuytu köşelere çekebileceği kuzular bulmuştur. Fen bilgisi öğretmenimin hiç kızı oldu mu bilmiyorum. Olduysa da sesi güzel miydi? Adam kızına şarkılar söyletip karşısında rakı içti mi her gece? Bilmiyorum.

Sadist Matematik Öğretmenim

Liseyi bir kız lisesinde okudum. Son sınıfta sınıfımıza atanan Matematik öğretmenimiz modern matematik öğretiyordu. Nedense, bu "modern matematik" öğrettiği konusu takılmış aklıma.  Kafayı benimle bozmuş, okulun en başarılı öğrencisi olan bana aslında matematikten, özellikle de daha çok zeka gerektirdiğine inandığı modern matematikten anlamadığımı öğretmeye azmetmiş gibiydi. Herkese harıl harıl modern matematik öğretmeye çalışırken bana da modern matematiği çözemeyeceğimi öğretmeye ve kabul ettirmeye çalışıyor gibiydi. Modern matematik kafasıyla zekice uyguladığı psikopat yöntemleriyle beni her dersin sonunda ağlatmayı başarmıştı. Bazı derslerin sonuna doğru da, sanki benimle uğraşan o değilmiş gibi "hadi bize bir şarkı söyle" der ve beni iyice aptallaştırırdı. Benden hoşlanmadığı belli olan bu modern matematik hocası ne diye bana şarkı söyletiyordu? Bu sorunun cevabını hiç bilemedim? Beni küçük düşürmeyi, güvenimi zedelemeyi bir şekilde başarmıştı. Ben bu sorunun cevabını bulamadan mezun oldum. Yıllar sonra bir gün yolda karşılaştık. İsmimle seslenmese tanımayıp geçecektim. Şaşırdım bir an ve akabinde kaşlarım çatıldı. Hiç bir şey söylemeden şunu sordu "beni affettin mi?" Cevabımı merak ediyorsanız söylemeyeceğim çünkü önemi yok. Ben bu modern matematikçi öğretmeninin yaptıklarını, kuytu köşelere çekemediği bir kuzuya uyguladığı sadist eziyet diye yorumladım kadın olduktan sonra. 

Yağmur ve İstanbul


Giyindim, kuşandım sevinçle. Her dışarı çıkışımda, gezintiye çıkarılacak köpekler gibi sevinirim. Öyleyim ben, hiç değişmedi bu. Ablamla Vali Konağı Caddesi’nde buluşup, oradan yürüyerek annemizi ziyaret edecektik. Yaşadığım yerden, Vali Konağı Caddesi’ne yürüyerek gitmekte sorun yok. Ne de olsa Belediye Başkanı'nın her fırsatta kırmızı halılarla döşettiği zengin mahallesi. Sonrası? Sonrası bir işkence. Göletlerden kah atlayarak, kah etraflarından dolanarak üstüm başım çamur içinde vardım annemin evine. Yürümekten değil, yolla mücadele etmekten fena halde yorgun düşmüş olarak önce banyoya attım kendimi. Paçalarım pis sularla, dizlerime kadar ıslanmıştı. Yıkayıp kalorifer dilimlerinin arasında sıkıştırdım ve annemin pijamasını giyindim. Dönüş yolunun çoğunda yağmur yağmıyordu. Nispeten daha kolay oldu. Ama, yurt dışında da yaşamış ve pek çok şehir görmüş bir insan ve mühendis olarak içimden kızıp durdum. Neden arnavut kaldırımı sokaklarımız yok edildi? Neden doğru düzgün bir drenaj sistemi bu şehre kurulamıyor? Neden? Neden? Neden? Çoğunun cevaplarını biliyorum ancak bazen  yalnızca sormak yeterli oluyor galiba. Her soru kendi cevabını içinde barındırmıyor mu? Sonuç olarak İstanbul’da yağmur altında yürümek bir işkence. Bugün yürüdüğüm yollarda genç kızken hiç çamura bulanmadan yağmur altında yürürdüm.  Daha iyiye gitmek gerekmiyor muydu?





Benim İstanbul’um


Önce çocukluğumu verdim sana,

Sonra sevdiklerimi,

Sevmemiştim ışıklarını, ürkmüştüm

İlk gelişimde senin

Anlamıştım yazgım olduğunu

Sende kaybolup sende doğacağımı yeniden

Önce ölmek gerekiyordu sende varolmak için

Sırdaşım oldu yolların,

Parkların, denizlerin.

Yıldız Parkı’dır ilk öpücüğümü çalan çapkın.

Şişli Nişantaşı arasıdır

Genç kızlığımın hüzünlü yağmurlarına eşlik eden.

Bekaretimdir ana evim, Mecidiyeköy’de.

Koyun postu üzerindeki

Tatlı uykularımdır ana evim.

Dut ağaçlarını binalara dönüştürdüler.

Bir bina kaç dut ağacı eder?

Arnavutköy’dür deli aşkımın gizli bahçesi

Akıntı burnuna bıraktım gözyaşlarımla.

Çırağandır sarayım,

Aşkımın kraliçesiyim ben.

Üssümsün İstanbul.

Senden havalanıyorum, sana dönüyorum.

Şarkılarım, türkülerim, kitaplarım ve gitarım.

Öncesizlik, sonrasızlık, hiçlik, sonsuzluk hepsi sende.

Alıştım sana artık sersemlemiyorum.

Sende kayboldum, sende doğdum.

İstanbul

Mircan Kaya


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder