Yazmaya değer şeyler bulmak ne kadar zor. Söylemeye değecek
şarkı bulmak kadar zor bir iş. İş olsun diye yazılır mı? Ortada olup biten ne
çok şey var ama içlerinden, bahsetmeye, söz sarfetmeye değecek bir şeyler
çıkarmak kolay değil. Daha doğrusu anlamlı bir şeyler bulmak. Şikayet edecek çok şey var ama bu da işin en kestirme yolu. Veya her gün nerede ne yemişiz, içmişiz, hangi restoranın nesi güzelmiş gibi suya sabuna dokunmayan şeylerden de söz edilebilir. Zaten iç karartıcı pek çok şeyin olup bittiği dünyada belki bu da hiç fena fikir değil ama ben eskiden beri bu tür şeyleri paylaşmayı, insanları imrendirmeyi de sevmiyorum.
Peki şimdi niye yazıyorum? Neyi yazmaya değer buldum? İki şey asabımı bozdu da ondan yazıyorum.( İnsan belki de kötü hissetiğinde yazmak istiyor. Dikkat ettim de işler tıkırında iken ve mutlu anlarımdan sonra günlüğüme yazmıyorum da hep can sıkıcı olaylar olduğunda yazıyorum. Bu da bir tür nankörlük hayata karşı) Asap bozucu olaylara gelince, bunlardan ilki, BBC WORLD NEWS kanalından izlediğim bir “show man” in bütün
hayatı boyunca İngiltere’de yürütmüş olduğu kapsamlı cinsel taciz eylemlerinin
bu vakte kadar görmezlikten gelinmiş olması ve şimdi açık edilmesi. Diğeri ise yağmur.
İstanbul’da yağmur. Şehirle arama giren yağmur. Sürekli dolu olan beynime tek
iyi gelen açık hava ve yürüyüş eylemimi bir işkenceye dönüştüren bu yağmur değil,
şehrin yağmuru taşıyamayan berbat alt yapısı. Bunları yazmak istedim.
Birincisinden başlıyorum:
Çocuk Tacizi
Pedofiliye hayır diyorum, ya sen? |
Sadist Matematik Öğretmenim
Liseyi bir kız lisesinde okudum. Son sınıfta sınıfımıza atanan Matematik öğretmenimiz modern matematik öğretiyordu. Nedense, bu "modern matematik" öğrettiği konusu takılmış aklıma. Kafayı benimle bozmuş, okulun en başarılı öğrencisi olan bana aslında matematikten, özellikle de daha çok zeka gerektirdiğine inandığı modern matematikten anlamadığımı öğretmeye azmetmiş gibiydi. Herkese harıl harıl modern matematik öğretmeye çalışırken bana da modern matematiği çözemeyeceğimi öğretmeye ve kabul ettirmeye çalışıyor gibiydi. Modern matematik kafasıyla zekice uyguladığı psikopat yöntemleriyle beni her dersin sonunda ağlatmayı başarmıştı. Bazı derslerin sonuna doğru da, sanki benimle uğraşan o değilmiş gibi "hadi bize bir şarkı söyle" der ve beni iyice aptallaştırırdı. Benden hoşlanmadığı belli olan bu modern matematik hocası ne diye bana şarkı söyletiyordu? Bu sorunun cevabını hiç bilemedim? Beni küçük düşürmeyi, güvenimi zedelemeyi bir şekilde başarmıştı. Ben bu sorunun cevabını bulamadan mezun oldum. Yıllar sonra bir gün yolda karşılaştık. İsmimle seslenmese tanımayıp geçecektim. Şaşırdım bir an ve akabinde kaşlarım çatıldı. Hiç bir şey söylemeden şunu sordu "beni affettin mi?" Cevabımı merak ediyorsanız söylemeyeceğim çünkü önemi yok. Ben bu modern matematikçi öğretmeninin yaptıklarını, kuytu köşelere çekemediği bir kuzuya uyguladığı sadist eziyet diye yorumladım kadın olduktan sonra.
Yağmur ve İstanbul
Giyindim, kuşandım sevinçle. Her dışarı çıkışımda, gezintiye çıkarılacak
köpekler gibi sevinirim. Öyleyim ben, hiç değişmedi bu. Ablamla Vali Konağı
Caddesi’nde buluşup, oradan yürüyerek annemizi ziyaret edecektik. Yaşadığım
yerden, Vali Konağı Caddesi’ne yürüyerek gitmekte sorun yok. Ne de olsa Belediye Başkanı'nın her fırsatta kırmızı halılarla döşettiği zengin mahallesi. Sonrası? Sonrası
bir işkence. Göletlerden kah atlayarak, kah etraflarından dolanarak üstüm başım
çamur içinde vardım annemin evine. Yürümekten değil, yolla
mücadele etmekten fena halde yorgun düşmüş olarak önce banyoya
attım kendimi. Paçalarım pis sularla, dizlerime kadar ıslanmıştı. Yıkayıp
kalorifer dilimlerinin arasında sıkıştırdım ve annemin pijamasını giyindim.
Dönüş yolunun çoğunda yağmur yağmıyordu. Nispeten daha kolay oldu. Ama, yurt
dışında da yaşamış ve pek çok şehir görmüş bir insan ve mühendis olarak içimden
kızıp durdum. Neden arnavut kaldırımı sokaklarımız yok edildi? Neden doğru
düzgün bir drenaj sistemi bu şehre kurulamıyor? Neden? Neden? Neden? Çoğunun cevaplarını
biliyorum ancak bazen yalnızca sormak yeterli oluyor galiba. Her soru kendi cevabını içinde barındırmıyor mu? Sonuç olarak İstanbul’da yağmur altında
yürümek bir işkence. Bugün yürüdüğüm yollarda genç kızken hiç çamura bulanmadan
yağmur altında yürürdüm. Daha iyiye
gitmek gerekmiyor muydu?
Benim İstanbul’um
Önce çocukluğumu verdim sana,
Sonra sevdiklerimi,
Sevmemiştim ışıklarını, ürkmüştüm
İlk gelişimde senin
Anlamıştım yazgım olduğunu
Sende kaybolup sende doğacağımı yeniden
Önce ölmek gerekiyordu sende varolmak için
Sırdaşım oldu yolların,
Parkların, denizlerin.
Yıldız Parkı’dır ilk öpücüğümü çalan çapkın.
Şişli Nişantaşı arasıdır
Genç kızlığımın hüzünlü yağmurlarına eşlik eden.
Bekaretimdir ana evim, Mecidiyeköy’de.
Koyun postu üzerindeki
Tatlı uykularımdır ana evim.
Dut ağaçlarını binalara dönüştürdüler.
Bir bina kaç dut ağacı eder?
Arnavutköy’dür deli aşkımın gizli bahçesi
Akıntı burnuna bıraktım gözyaşlarımla.
Çırağandır sarayım,
Aşkımın kraliçesiyim ben.
Üssümsün İstanbul.
Senden havalanıyorum, sana dönüyorum.
Şarkılarım, türkülerim, kitaplarım ve gitarım.
Öncesizlik, sonrasızlık, hiçlik, sonsuzluk hepsi sende.
Alıştım sana artık sersemlemiyorum.
Sende kayboldum, sende doğdum.
İstanbul
Mircan Kaya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder